Mehmet Sönercan Yazdı: Bedenin Sessiz Dili ve Kalbin İyileşen Yarası: Dr. Kolk'tan Mevlânâ'ya Bir Köprü
Tıpkı eski bir plağın çizikleri gibi, bedenimiz geçmişin acılarını kaydeder ve beklenmedik anlarda o kaydı yeniden çalmaya başlar. Bir bakış, bir koku, bir cümle veya bir ses...
Zihin çoktan unuttuğunu sanır ama beden unutmaz.
Van der Kolk’un anlattığı şey, insan olmanın en temel kırılganlığıdır: Korku, çaresizlik veya ihmal anlarında, mantık devre dışı kalır, hayatta kalma içgüdüsü kontrolü devralır. Bu mekanizma, bedeni “savaş-kaç” moduna sokar; bazen de dondurur.
Ve o donma hali, bazen yıllar, bazen bir ömür boyu çözülmeden kalır.
Kimi zaman kronik bir ağrı, kimi zaman sebepsiz kaygı atakları, kimi zaman da sürekli diken üstünde yaşama hâli... Hepsi aynı yerden seslenir: “Güvende değilim.”
Beden, biz susturdukça daha yüksek sesle konuşur.
Peki bu modern bilimsel bulgu, kadim medeniyetimizin ruh terbiyesi anlayışıyla nasıl birleşir?
Batı, travmayı laboratuvarlarda ve kliniklerde çözmeye çalışırken; Doğu, özellikle de tasavvuf geleneği, bu “kırılganlık” hâlini insanın manevî olgunlaşmasının başlangıcı olarak görmüştü.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, asırlar önce insanın iç âlemini bu kadar derinlikli şekilde çözümlemişti. Onun için acı, reddedilmesi gereken bir şey değil, “olgunlaşma ocağı”ydı.
Mesnevî’nin ilk beytindeki “Dinle neyden, nasıl şikâyet ediyor...” nidası, aslında bir travmanın hikâyesidir:
Kaynağından koparılan bir kamışın, yeniden birliğe duyduğu özlem.
İnsan da böyledir doğduğu andan itibaren bir ayrılığın, bir eksikliğin izini taşır. Ancak Mevlânâ der ki: “Her yara, içeriye sızan ışığın kapısıdır.”
Travmadan Işığa: Mevlânâ ile Van der Kolk’un Ortak DiliVan der Kolk, kitabında travma iyileşmesinin üç temel aşamasından söz eder:
Güvenliğin yeniden tesisi, Anıların işlenmesi, Yeniden bağ kurmak.İşte Mevlânâ’nın hikmeti tam da üçüncü aşamada yankılanır: Bağ kurmak.
Semâ, bu bağın bedensel sembolüdür; Sohbet ise ruhsal boyutudur.
Semâ, sadece dönmek değildir her dönüş, benliğin çözülüp yeniden doğuşudur.
Ritmik hareket, bedende donmuş duyguları çözer, sinir sistemine “artık güvendesin” mesajı verir.
Sohbet ise, modern terapide “ilişkisel onarım” diye tanımlanan şeyi asırlar öncesinden yaşam biçimi hâline getirmiştir.
Bir gönül dostuyla (Şems gibi), bir mürşitle ya da sadece güvenilir bir yoldaşla dertleşmek…
Bu, insanın hem kalbini hem bedenini onarır.
Modern psikoterapi, bu kadim hakikati yeniden keşfediyor.
Bugün kliniklerde “duygusal regülasyon”, “güvenli bağlanma” veya “vagal gevşeme” diye adlandırılan her şey, aslında birer manevi kök arayışıdır.
Sevgili genç kardeşim,
Bu çağın hızı, seni hep güçlü görünmeye, hep üretmeye, hiç yorulmamaya zorluyor.
Ama unutma: Beden, susturulduğunda bağırır. Kalp, ihmal edildiğinde taşlaşır.
1. Bedenini Dinle, Sloganlardan Kaçın.
Kendini sürekli yorgun, gergin ya da uykusuz buluyorsan, bu sadece “stres” değildir.
Bedenin, iç dünyandaki bir çatlağı dile getiriyordur.
Kendini dinle: Omzundaki yük, sadece çanta mı, yoksa hayatın ağırlığı mı?
Bir gün boyunca sessizce otur ve nefesini fark et.
Nefes, ruhun aynasıdır.
2. Harekete Geç ve Köklen.
Travma, seni bedenden koparır, dünyayla temasını keser.
Yeniden güven duygusu kazanmak için hareket gerekir.
Yürüyüş, nefes, yoga, dans... Hepsi bedenin donmuş enerjisini çözmenin yollarıdır.
Mevlânâ’nın Semâ’sı da bu hareketin kutsal formudur.
Dönmek, hem teslimiyet hem özgürlüktür.
3. Yaranı Saklama, Onu Anlamlandır.
Mevlânâ, “Yaran, ışığın içeri girdiği yerdir,” derken aslında büyük bir dönüşüm sırrını fısıldar.
Yaran, seni eksiltmek için değil, seni derinleştirmek içindir.
Travma, insana empatiyi, merhameti ve kırılganlığın içindeki gücü öğretir.
Bu yüzden, acını gizleme; onunla konuş, onu yaz, onu paylaş.
Çünkü dilin konuşamadığını, beden çığlık atarak anlatır.
Söz, ruhun ilacıdır.
“Beden Kayıt Tutar” bize travmanın fizyolojisini öğretirken, Mevlânâ travmadan sonra ayağa kalkmanın ruhsal zarafetini öğretir.
İyileşme ne sadece bir ilaçla olur, ne de yalnızca bir dua ile.
İyileşme, zihin, beden ve ruhun yeniden birbirine kavuştuğu bir tevhid sürecidir.
Ve bu noktada, Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin şu sözleri manevî dengeyi tamamlar:
“Kalp, Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhıdır. Kalbin huzuru bozulursa, bütün beden rahatsız olur.
Kalp, ruhun evi gibidir; o evde kin, korku, haset değil; merhamet, teslimiyet ve muhabbet bulunmalıdır.”
İşte hem Dr. Kolk’un hem de Mevlânâ’nın söylediği şey tam budur:
Beden ve kalp, bir bütün olarak huzura kavuştuğunda, insan yeniden kendisi olur.
İçinizdeki o kırılgan inceliğe sahip çıkın.
Bu dünya, hislerini bastıran değil, onları dönüştürebilen insanlara muhtaç.
Acıdan kaçmak kolaydır; ama onu anlamak, dönüştürmek, insanın olgunluk sınavıdır.
Travmanın kaydettiği her iz, sizin ne kadar güçlü ve dirençli bir ruha sahip olduğunuzun sessiz bir kanıtıdır.
Unutmayın: Kayıt tutan beden, aynı zamanda iyileşmeyi de kaydeder.
Güvenliğiniz, huzurunuz ve yeniden doğuşunuz sizin elinizdedir.
Şimdi o kaydı, umut, merhamet ve dirençle yeniden yazma vaktidir.