Mehmet Sönercan Yazdı: İBN ARABİ: AKLIN VE KALBİN BÜYÜK UYUMU
Peki, sekiz asır önce yazılmış bu dev eser, bize, yani 21. yüzyıl insanına ne söylüyor?
Fütuhat'ın temel mesajı, Vahdet-i Vücud (Varlığın Birliği) felsefesidir. Bu, her şeyin temelinde tek bir Mutlak Varlık olduğu ve tüm görünen çeşitliliğin O'nun tecellilerinden ibaret olduğu demektir. Günümüz dünyasındaki en büyük sorun, kutuplaşma, hoşgörüsüzlük ve ayrımcılıktır. Fütuhat, bize, ötekileştirmenin kökünden anlamsız olduğunu fısıldar. Siyasetten sanata, bilimden sosyal hayata kadar her alanda karşılaştığımız bu ayrılıkçı zihniyet, İbn Arabi'nin gözünde kozmik bir yanılsamadan ibarettir.
O, tüm dinlerin ve inançların ortak bir "Hakikat-i Muhammediyye"de buluştuğunu gösterir. Günümüzde, dinler arası çatışmaların ve mezhep ayrılıklarının zirveye çıktığı bir çağda, Fütuhat'ın "Tüm inançlar O'na ulaşan yollardır" felsefesi, evrensel barışın en güçlü reçetesidir. Eser, modern dünyanın aradığı bütünleştirici bilgelik ve kozmik merhametin (Rahmet) kaynağıdır.
İbn Arabi ile Öz'e Dönüş
Günümüzün genç zihinleri, Batı felsefesinin sunduğu seküler, materyalist ve nihilist akımların etkisi altında büyük bir anlam boşluğu yaşıyor. Varoluşçuluk, postmodernizm ve rasyonalizmin sunduğu cevaplar, genellikle insanı yalnız, parçalanmış ve amaçsız bırakıyor. Bilişsel yeteneklerini sonuna kadar zorlayan Batı felsefesi, kalbin ve ruhun ihtiyacı olan doyumu sunmakta yetersiz kalıyor.
İşte tam bu noktada, gençlere İbn Arabi'nin pınarından içmeyi tavsiye ediyorum.
Gençler! Batı felsefecilerinin "Tanrı öldü" çığlıkları yerine, İbn Arabi'nin "Her an yeniden tecelli eden, her zerrede yaşayan Varlık" tanımına odaklanın. Descartes'ın "Düşünüyorum, öyleyse varım" önermesinin sizi getirdiği yalnızlık yerine, İbn Arabi'nin "Varlıkta yok ol, ki varlığın kaynağı sen olasın" düsturu ile kozmik bir aidiyet hissedin.
İbn Arabi'nin temel eserleri (Fütuhat, Fususü'l-Hikem), size sadece teorik bilgi vermez; aynı zamanda size hakikate giden bir yol haritası sunar. O, aklın sınırlarını aşan sezgisel bilgi (ledün ilmi) ve gönül gözü (basiret) ile dünyayı okumayı öğretir. Bu, modern eğitimin sadece gözlem ve deneye indirgediği gerçekliği aşan bir "tam insan" (İnsan-ı Kamil) olma yolculuğudur.
İbn Arabi'nin eserlerini okumak, kendini bilmek ve evrenle barışık yaşamak demektir. Bu, Batı felsefesinin çözemediği "ben kimim?" sorusunun cevabını, ruhunuzun en derinliklerinde bulma macerasıdır.
Sekiz Asır Önceki Sorunlar, Günümüzdeki Çözümler
İbn Arabi'nin yaşadığı 13. yüzyıl, büyük bir karmaşa, savaş ve siyasi çalkantı dönemidir. Haçlı Seferleri, Eyyubi-Selçuklu çekişmeleri ve Moğol istilasının gölgesinde, tıpkı bizim günümüzdeki gibi, büyük bir güvensizlik, ahlaki yozlaşma ve adaletsizlik hüküm sürmektedir.
Şaşırtıcı bir şekilde, onun dönemindeki temel sorunlar, bugün de form değiştirerek karşımızda durmaktadır:
O dönemde de zahiri ulemanın katı ve şekilci yorumları, dinin özündeki sevgi ve rahmet mesajını gölgelemiştir. Bugün de aynı sorun, selefi/radikal akımlarla, hoşgörüsüzlük ve ötekileştirme üzerinden devam etmektedir.
Güç odaklarının kendi çıkarları için dini ve ahlaki değerleri kullanması ve savaşların çıkması o dönemin de temel sorunuydu. Günümüzün küresel güç savaşları ve kapitalist sömürü düzeni, bu zulmün modern biçimleridir.
İbn Arabi'nin Çözüm Önerileri
Sorunların çözümü, sadece hukuk ve siyaset alanında değil, önce bireyin iç dünyasında başlamalıdır. Marifetullah'a (Allah Bilgisi) ulaşan insan, egonun ve nefsin tutkularını yener. Bu, toplumsal dönüşümün başlangıç noktasıdır.
Dinin sadece dış şekillerden ibaret olmadığını, bizzat yaşanması gereken bir ruh hali olduğunu savunur. İman, kişiyi adil, merhametli ve bilge yapmalıdır. Bu, sosyal adaletin temelini oluşturur.
Siyasi liderlerin "İnsan-ı Kamil" olmaya yakın, akıl ve kalp dengesini kurmuş, zulümden arınmış ve hizmet bilinciyle hareket eden kişiler olması gerektiğini vurgular. Adil bir dünya, ancak hikmetli liderlerle mümkündür.
Akıl Tek Başına Bir Zalimdir: Kalbin Işığı
İbn Arabi'nin düşüncesinin belki de en can alıcı noktası, akıl (rasyonel düşünce) ile kalp (sezgi ve manevi idrak) arasındaki ilişki tanımıdır. Modern bilim ve aydınlanma, aklı yücelterek onu tek başına bilginin ve doğruluğun kaynağı ilan etti. Ancak İbn Arabi, bu durumun tehlikelerine sekiz asır önce dikkat çekmiştir.
Ona göre, akıl mükemmel bir araçtır, ancak zalim bir efendidir.
Akıl, parçaları ayırma, kategorize etme ve ölçme konusunda ustadır. Ancak varlığın bütününü, sevgi (aşk) ve anlam gibi rasyonel sınırların ötesindeki gerçeklikleri idrak edemez. Sadece akılla hareket eden bir insan, dünyayı "kullanılacak nesneler" ve "fethedilecek güç alanları" olarak görür.
Akıl, vicdan ve merhametle (yani kalple) dengelenmediğinde, sadece çıkar, mantık ve faydacılık ilkeleriyle çalışır. Hitler, Stalin gibi tarihsel figürler, üstün bir akıl ve stratejik zeka ile donanmış olsalar da, vicdanları kuruduğu için en büyük zulümleri gerçekleştirmişlerdir. Akıl, kalbin merhameti olmadan, amacına ulaşmak için her şeyi mübah gören zalim bir araç haline gelir.
İbn Arabi'nin önerdiği yol, "Akıl ve Kalbin Evliliği"dir.
"Akıl, kalbin ışığı ile görmedikçe, karanlıkta kalan bir muhafızdır."
Hakiki bilgelik, aklın analiz gücünü kalbin evrensel sevgi ve idrak kapasitesi ile birleştirmektir. Akıl yol gösterici olsun, ama kalbin merhametli vicdanı ona sınır koysun. Ancak bu dengeyle, insan hakkaniyetli, adil ve bütünsel bir varoluş kurabilir. İnsan-ı Kamil, ne sadece rasyonel bir makinedir, ne de sadece duygusal bir mistiktir; o, kalbi ve aklı mükemmel bir uyumla birleştiren, bilge ve merhametli bir varlıktır. Bu denge, hem bireysel hem de toplumsal kurtuluşun anahtarıdır.