Uzm.Dr. Tahsin Özenmiş Yazdı: İSLAM: Kıyamete Kadar Geçerli Tek Hak Din ve Mutlak Adaletin Yegane Zeminidir
İşte bu sebeple Kur’an, insanlığın asırlardır süren arayışına şu eşsiz ilanıyla son noktayı koyar:
“Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.”
(Mâide, 3)
Bu ayet yalnızca bir tamamlanma bildirimi değildir; aynı zamanda bir garanti, bir teminat, bir gelecek sözüdür:
Hak din İslam, kıyamete kadar geçerli, kıyamete kadar korunmuş ve korunacak olan tek dindir.
İslamiyet’in kıyamete kadar muhafaza edileceğine dair ilahî vaat, yalnızca teorik bir iddia değildir; tarih boyunca gözle görülür şekilde tahakkuk etmiştir.
Kur’an’ın ilk günden bugüne harfiyen korunmuş olması, dünyada hiçbir kutsal metne nasip olmayan bir mucizedir.
Bir düşünün:
Yeryüzündeki bütün mushaflar yok edilse bile, Dünyanın dört yanındaki yüzbinlerce hafız, Bir tek harfi bile eksiksiz, tecvidiyle, tertiliyle, harekesine kadar aynı Kur’an’ı Allah'ın izniyle yeniden yazabilecek kudrettedir.
Aslında bu bir insan başarısı değil; ilahî bir muhafazanın neticesidir.
İşte aynı koruma mekanizması, İslam’ın ikinci kanadı olan Sünnet-i Seniyye için de geçerlidir.
Hadis ilminin sened sistemi, ravilerin adalet ve zabt yönünden süzülmesi, cerh-ta‘dil usulleri, hadislerin “sahih-zayıf-mevzû” ayrımının ilmî tahkikatla yapılması, insanlık tarihinde benzeri olmayan bir ilim geleneğidir.
Buhari’den Müslim’e, Ahmed bin Hanbel’den İmam Gazali’ye, İmam-ı Rabbani’den Abdülkadir Geylani’ye ve Bediüzzaman’a kadar binlerce alim, bu ilahî emanetin naklinde nöbet tutmuştur.
Bu öyle bir muhafazadır ki:
Hangi hadis sahih, hangisi zayıf, hangi rivayet uydurma?
Bugün elimizdeki sağlam kaynaklarla kesin olarak bilinmektedir.
Hiçbir hurafe, hiçbir uydurma rivayet hakikatin üstünü örtemez; ilmi süzgeç buna izin vermez.
İslam yalnızca bireyin ruhunu şekillendiren bir inanç sistemi değildir; hayatın tamamını düzenleyen ilahî bir nizamdır.
Fert hayatını düzenler. Aileyi korur ve ihya eder. Toplumsal barışı tesis eder. Devletin adalet çerçevesini belirler. Ekonomik ve sosyal düzeni kurar. Hakkı hak sahibine teslim eden yegane hukuku ortaya koyar.
Zira İslam’ın hükümleri ilmin ve hikmetin mutlak sahibi tarafından konmuştur.
İnsanın aklı sınırlıdır; fakat Allah’ın koyduğu hükümlerin ardındaki hikmet sonsuzdur.
Bazı hükümler, nefsimize zor gelebilir; fakat adalet, çoğu zaman nefsin hoşlandığı şeylerle değil, hakikatle tecelli eder.
Kur’an’ın açık hükümlerinden bazıları miras taksimi, hırsızın elinin kesilmesi, zina haddinin uygulanması , kısas...v.s ilahî adaletin sahadaki karşılığıdır. Bunlar bugün bazı zihinlere “katı” gelebilir; ancak ilahî sistemin bütününe bakıldığında eşsiz bir denge içinde olduğu görülür.
Bir toplum İslam’dan uzaklaştıkça huzurdan, barıştan, aile bütünlüğünden ve adaletten de uzaklaşır.
İslam’ın uygulanması arttıkça adalet, güven, tevazu ve toplumsal ahlak tesis olur.
Kur’an’ın şu ayeti tarihte eşi olmayan bir özgürlük bildirgesidir:
“Dinde zorlama yoktur.”
(Bakara, 256)
Bu ayet, İslam’ın özgürlüğü reddetmediğini; aksine gerçek özgürlüğün fıtratla uyumlu olduğunu ilan eder.
İslam’ın kurduğu medeniyetlerde gayr-i müslimler, amme hukukuna uymak ve vergi vermek şartıyla kendi dinlerinde serbestçe yaşar, kendi mahkemelerini kurar, kendi hukuklarını uygularlardı.
Bu duruma tarihçiler “millet sistemi” veya “çok hukukluluk” der.
Millet sistemi, İslam hukukundaki “zimmî” (korunan gayrimüslim) statüsünün Osmanlı’da kurumsallaşmış halidir.
Bugün modern dünyanın övdüğü çoğulculuk modeli ironik biçimde yüzyıllar önce Osmanlı’da daha başarılı bir şekilde yaşayan bir gerçektir.
Ne acıdır ki… 21. yüzyılın laik Türkiye’sinde Müslüman çoğunluk, kendi medeni hukukunda Kur’an hükümlerini uygulayamamaktadır.
Boşanma, miras, velayet gibi meselelerde Müslümanlar İsviçre medeni hukukuna tabidir.
Osmanlı’da gayr-i müslimlere tanınan özgürlük, bugün bir Müslüman toplumda Müslümanlara tanınmamaktadır.
Bu bir gerileme değil midir?
Tarihte hiçbir din, hiçbir ideoloji, hiçbir hukuk sistemi İslam’ın kurduğu adalet terazisini kuramamıştır.
Kur’an’ın adaleti;
ne sınıfsal ayrıma dayanır, ne ırka, soya üstünlük verir, ne zengine imtiyaz tanır, ne güç sahibini kayırır.
Peygamber Efendimiz’in(s.a.v) şu hadisi, insanlık tarihinde eşine az rastlanır bir adalet manifestosudur:
“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.”(Buhârî, Hudûd)
Bu söz, adaletin şahıs tanımadığını; hukukun herkes için aynı olduğunu yani hukukta eşitlik ilkesini ilan eder. Hak/Hukuk mevzubahis olduğunda Peygamber ailesi bile olsa kimseye iltimas yoktur.
Sonuç: İslam’ın Hakikatini Yaşamak, Adaleti Yeniden Diriltmektir
İslamiyet yalnızca bireysel ibadetlerden ibaret değildir.
O, insanlığın dünya ve ahiret saadetini birlikte inşa eden ilahî bir nizamdır.
Hayatı bütünüyle kuşatır; ruhu, aklı, aileyi, toplumu, devleti, hukuku ve ahlakı aynı çatıda toplar.
İnsanlığın bugün en çok muhtaç olduğu şey, İslam’ın ortaya koyduğu mutlak adalettir.
Eğer Kur’an ve Sünnet bütünüyle hayata hâkim olsa:
Zalimler zulmedemez, Yetimlerin gözyaşı diner, Kadınlar ve çocuklar korunur, Emek hak ettiği değeri bulur, Zengin fakiri ezemez, Kimseye haksızlık yapılmaz, Torpil değil liyakat esas alınır, Devlet adaletle, toplum huzurla dolar....v.s
Kısacası, İslamiyet tam anlamıyla yaşansa, Dünya’da mutlak adalet tesis olur.
Allah’ın vaadi açıktır:
Bu din kıyamete kadar korunacaktır.
Toplumlar yaşasa da yaşatmasa da, hakikat asla tahrif edilmeyecek; her dönemde onu omuzlayan insanlar var olacaktır.
Ve bizim vazifemiz:
Hurafelerden arındırılmış, sahih kaynaklarla desteklenmiş, özüne sadık İslamiyet’i öğrenmek, yaşamak, yaşatmak ve adaleti hakim kılmaktır.
Vesselam.