Bir kış sabahıydı. Şehrin kenar mahallesinde, elinde eski bir defterle bir öğretmen yürüyordu. Emekli olmuştu ama sabahları alışkanlıkla erkenden uyanır, pencereden sisli sokakları seyrederdi. Bu sabah içindeki ses ona, sadece aklıyla değil kalbiyle de düşünmesi gerektiğini fısıldıyordu. Çünkü insan, iki kanadıyla uçabilir: akıl ve kalp.
Bir gün, yıllar önce ders verdiği bir öğrencisinden mektup geldi. Genç, uzun bir hastalık döneminden geçiyor, “Hocam, hayatın anlamını kaybettim,” diyordu. “Neden okudum, neden çabaladım bilmiyorum artık. Her şey anlamsız geliyor.”
Öğretmen mektubu kapattı. Bir süre sessiz kaldı. Sonra defterine tek cümle yazdı:
“Anlamı kaybettiğinde, onu aramaya başlaman bile bir anlamdır.”
Bu cümleyi yazarken şunu düşündü: Akıl, soruları sıralar; kalp, sabırla cevapları bekler. Anlam arayışı ikisinin uyumunda doğar.
O an fark etti ki, insanı yaşatan şey dışarıdaki başarılar, alkışlar ya da konfor değil; içinde sessizce yanmaya devam eden bir anlam kıvılcımıdır. Bu kıvılcımı söndürmeyenler, karanlıkta bile yürümeyi başarır. Fakat bu yürüyüş, sadece aklın değil, kalbin de yolculuğudur.
Frankl’ın Çığlığı: Acının İçinde Işık
Viktor Frankl, Nazi kamplarında bütün insani değerlerin yıkıldığı bir yerde yaşadı. Ailesini, özgürlüğünü, mesleğini kaybetti. Ama bir şeyi kaybetmedi: insan olma iradesini.
Kampta her sabah yüzlerce insan soğuğa, açlığa ve umutsuzluğa teslim olurken, Frankl bir anlam arıyordu. Aklı acıyı analiz ediyor, kalbi dayanması için ona güç veriyordu. Çünkü biri olmadan diğeri eksik kalır.
“Neden ölmedim?” sorusunu değil, “Bütün bunların içinde nasıl insan kalabilirim?” sorusunu sordu.
Ona göre insan, hayatın şartlarını seçemez ama tavrını seçebilir.
Acının içinde bile bir anlam bulabilen kişi, özgür kalır. Frankl şöyle der:
“İnsandan her şey alınabilir, ama bir şey hariç: Her koşulda kendi tavrını seçme özgürlüğü.”
Bu düşünce, aslında insanın varoluşunun merkezine bir sorumluluk yerleştirir. Acıya teslim olmak yerine, ondan bir anlam çıkarmak… İşte gerçek direniş budur. Ve bunu yapan, aklın analizini kalbin cesaretiyle birleştiren insandır.
İbn Arabî’nin Sesi: Anlam Zaten Sende
Yüzyıllar önce Endülüs’te doğan Muhyiddin İbn Arabî, başka bir cepheden aynı hakikati dillendiriyordu.
Onun dünyasında insan, “küçük âlem” idi. Varlığın özü, anlamın yansıması. İbn Arabî’ye göre insanın görevi, dışarıda anlam aramak değil; kendi içindeki hakikati fark etmektir. Bu fark ediş, aklın farkındalığıyla kalbin sezgisinin birleştiği noktada başlar.
“Ey insan,” der, “sen mananın suretisin; anlam, senden başka bir yerde değildir.”
Bu söz, Frankl’ın “anlam dışarıda bulunmaz, keşfedilir” düşüncesiyle neredeyse aynı çizgide durur.
İbn Arabî’ye göre her insan, Allah’ın isimlerinden birinin aynasıdır. Birinin hayatında “Sabur” (sabreden), diğerinde “Rahîm” (merhamet eden) ismi tecelli eder.
Dolayısıyla her insanın anlamı kendine özeldir; kimse başkasının hikâyesiyle var olamaz.
Frankl’ın logoterapisinde “kendini aşmak” kavramı vardır; İbn Arabî bunu “fenâ” kavramıyla anlatır. İnsan, benliğini aştığında, ilahi anlamla birleşir.
Frankl “kendini unutan kişi iyileşir” derken, İbn Arabî “nefsini yok eden Hakk’ı bulur” der.
İki farklı dil, aynı hakikate dokunur: Anlam, kendini aşan insanın ödülüdür. Bu aşmada da kalbin derinliği, aklın berraklığı gerekir.
Acıdan Doğan Hikmet
Acıdan kaçmak modern insanın en büyük zaafıdır. Oysa hem Frankl hem İbn Arabî, acıya karşı durmak yerine onunla yüzleşmeyi öğütler.
Frankl için acı, anlamın kapısıdır; İbn Arabî için ise ilahi terbiyenin bir biçimidir.
Bir öğrencisi İbn Arabî’ye sormuş:
— “Efendim, neden bazı kullar bu kadar sıkıntı çeker?”
İbn Arabî gülümseyerek cevap vermiş:
“Çünkü Allah onlara kendi sıfatlarından birini öğretmek ister.”
Frankl da aynı şeyi kampta görmüştü. Acı çeken insanların bir kısmı, başkalarının ıstırabını hafifletmeye çalıştıkça güçleniyordu. Çünkü o anda anlam doğuyordu.
İnsanı yaşatan şey, sadece nefes almak değil; başkasına dokunmak, bir anlam üretmek, bir iz bırakmaktır. Ve bu iz hem aklın rehberliğiyle hem kalbin merhametiyle atılır.
Akıl–Kalp Dengesi: İnsanın İki Kanadı
İnsanın anlam yolculuğunda akıl, yolları hesaplayan bir harita gibidir; kalp ise yürürken adımlara güç veren niyettir. Akıl, sebepleri çözer; kalp, hikmeti hisseder. Sadece akılla bakan, olayların dış yüzünü görür; sadece kalple bakan ise derinliği kavrar ama istikameti bulmakta zorlanabilir. Bu yüzden insanın iç dünyasında iki rehber vardır: biri ölçer, diğeri ilham eder.
Frankl’ın kamp koşullarını analiz edebilmesi aklın fonksiyonudur; ama umutla dayanabilmesi kalbin direncidir. İbn Arabî’nin varlığın anlamına dair sezgisel keşfi ise kalbin hikmetidir; fakat onu kavramlara dökebilmesi aklın berraklığıdır. Akıl, anlamın sınırlarını çizer; kalp, o sınırların ötesine ışık tutar. Birisi ışıksızdır, diğeri yönsüz.
Bugünün modern insanının çıkmazında genellikle bu denge bozulmuştur. Aklı keskin ama kalbi yorgun; bilgisi bol ama hikmeti eksik; iletişimi güçlü ama bağı zayıf. Teknoloji aklı parlattı, ama kalbi gölgede bıraktı. Oysa insan iki kanadıyla uçar; tek kanadı olan sadece döner, yükselmez. Bu nedenle anlam arayışı, aklın soruları ile kalbin sessiz cevaplarının buluştuğu yerde yeşerir.
İki Yol, Tek Hakikat
Biri Batı’nın modern psikolojisinin içinden, diğeri İslam tasavvufunun derinliklerinden konuşur.
Ama ikisi de aynı şeyi söyler:
İnsan, yaşadığı acıların içinde bile anlam bulabilir.
Frankl için bu anlam, insanın “kendinden büyük bir şeye hizmet etmesinde” gizlidir.
İbn Arabî içinse “kulun kendini aşarak Hak ile buluşmasında.”
İkisi de insanı merkeze değil, merkezin ötesine çağırır.
Çünkü insan, sadece bir beden değil; anlamın taşıyıcısıdır. Ancak bu taşıyıcılık aklın kavrayışıyla kalbin sezgisi birleştiğinde gerçekleşir.
Kalbin Sesini Duyan Gençlere
Bugünün gençleri, bilgi okyanusunun içinde yaşıyor; akılları sayısız veriyle besleniyor, fakat çoğu zaman kalplerinde bir susuzluk hissediyor. Sosyal medya alkışları, hızlı başarılar ve yüzeysel beğeniler aklı kısa süreli tatmin ediyor ama kalbi doyurmuyor. Bu yüzden anlam arayışı, genç neslin en büyük sessiz çığlığı hâline geldi.
Unutma: Sadece aklını geliştirirsen bilgiler büyür; sadece kalbini beslersen duygular yoğunlaşır. Gerçek olgunluk, ikisini birlikte yürütmektir. Akıl, ne yapman gerektiğini söyler; kalp, neden yaptığını. Akıl seni ileri taşır; kalp seni derinden büyütür.
Bazen kaybolmuş hissettiğinde, bu eksiklik değildir; çağrıdır. Aklına danış yol bulmak için; kalbine danış yön bulmak için. Çünkü yönsüz bilgi yorar, hikmetsiz güç tüketir. Kendi iç sesinden kaçma, kalbin fısıltısını bastırma; orada sana ait olan hakikat saklıdır.
Ve unutma: Başkasının hikâyesi seni tanımlamaz. Başarı da, başarısızlık da seni bütünüyle anlatmaz. Sen, anlamını aradıkça büyüyen bir yolcusun. Yolun zorluğu seni yıpratmak için değil, oldurmak içindir. Akıl pusulan olsun, kalp rehberin.
Hayat bazen karanlık bir tünel gibi görünür.
Ama o tünelde yürüyen insanın elinde bir kandil vardır — o da anlam arayışıdır.
Frankl o kandili Auschwitz’te yaktı, İbn Arabî onu kalbin derinliklerinde tuttu.
Bugün bize düşen, o ışığı kendi yolumuzda taşımaktır.
Çünkü insan, anlam bulduğu sürece yaşar;
ve anlam, insana dokunduğu anda hayat olur.
Ve unutma: Bu yolculukta akıl pusula, kalp yelkendir. İkisi birlikte hareket ettiğinde insan tam manasıyla insan olur.