MEHMET SÖNERCAN
Köşe Yazarı
MEHMET SÖNERCAN
 

Kalbin Cesareti: İnanç, Risk ve Güven Arasında

Bir zamanlar bir derviş, çölde tek başına yol alıyordu. Günlerdir su bulamıyor, yönünü de kaybetmişti. Gözleri ufukta bir serap gördü; uzaktan su gibi parlayan bir ışık… Akıl, “gitme, kandırmacadır” diyordu. Fakat kalp, “oraya git” dedi. Derviş, aklın uyarısını değil, kalbin çağrısını dinledi. Işığa doğru yürüdü. O serabın ardında bir vaha vardı  ve suyu içtiğinde şöyle mırıldandı: “Kalp bazen yanılmaz, çünkü o da hakikatin diliyle konuşur.” İnsanın hayat yolculuğu da bu dervişinki gibidir. Bazen akıl “tehlike” der, kalp ise “güven” der. Bazen her şeyin bittiğini sanırsın ama içten gelen bir ses “bir adım daha at” diye fısıldar. İşte o adım, kalbin cesaretidir. Aklın Hesabı, Kalbin İnancı  Bir karar anında akıl hesap yapar; ihtimalleri tartar, riskleri listeler. Kalp ise bir anda “evet” der. O evet, çoğu zaman mantıksız görünür ama hayatı değiştiren şeydir. İnsan aklın sınırına gelir, artık hiçbir delil onu ikna etmez; ama yine de inanmayı seçer. Çünkü inanmak, kanıtın değil güvenin eylemidir. İslam geleneğinde bu sıçrayış “tevekkül” olarak yaşanır. Hz. İbrahim’in ateşe yürüyüşü, aklın değil kalbin cesaretidir. “Ateş yakar” diyen akla karşı, “Allah bana yeter” diyen bir kalp… İşte kalbin cesareti, yanmayı göze alıp yanmamaktır. Korkunun Kaynağı: Belirsizlik mi, Güvensizlik mi?  Bugünün insanı, korkularının çoğunu bilgiyle örtmeye çalışıyor. “Ne kadar bilirsem, o kadar güvende olurum” sanıyor. Oysa en çok bildiğimiz çağda, en çok güvensizliği yaşıyoruz. Çünkü bilgi güven getirmez; sadece kontrol yanılsaması verir. Gazali, “delil kadar teslimiyet de gerekir” der. Akıl bizi eşiğe getirir ama kapıyı açan kalptir. İnanç, aklın sustuğu yerde başlar. Cesaret de orada doğar. Modern insanın krizi, bilgi fazlalığından değil, güven eksikliğindendir. Akıl yön bulur ama kalp yola çıkmaya cesaret edemezse, insan hep aynı noktada döner durur. Kalbin Dilinde Güven  Kalbin cesareti, güvenle büyür. Güven bir duygudan fazlasıdır; bir varlık halidir. Kur’an, “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur” derken, insanın en temel ihtiyacına işaret eder: bağ kurmak. Viktor Frankl, toplama kampındaki yıllarından sonra şu cümleyi yazar:  “İnsandan her şeyi alabilirsiniz, ama bir şeyi asla: Tutumunu seçme özgürlüğünü.” Bu, aklın değil kalbin direnişidir. Her şey elinden alınmış bir insan, hâlâ inanabiliyorsa  bu, kalbin cesaretidir. Görünmeyene Adım Atmak  Hayat, görünmeyene atılan adımlarla ilerler. Mevlânâ, “Akıl yol gösterir ama tek başına yola çıkmaz. Kalp inanırsa dağlar yürür” derken bunu anlatır. İnanç sadece dinî bir terim değildir; hayatın her alanında var. Bir öğretmen öğrencisine, bir anne evladına, bir insan hayaline inanır. Her inanç bir risktir, ama risk olmadan büyüme de olmaz. Bir tohum, toprağın karanlığına düşmeden yeşermez. Kalbin cesareti, o karanlığa rağmen filizlenmeyi seçmektir. Çünkü hakikat yolcusu, önce adım atar; yol sonra belirir. Cesaretin En Sessiz Hâli  Kalbin cesareti, çoğu zaman sessizdir. Gürültüyle değil, sabırla kendini gösterir. Bazen bir haksızlığa karşı nezaketi korumak, bazen kaybın içinde şükretmek, bazen de sevilmeden sevmeye devam etmektir cesaret. Modern çağın “güçlü insan” tanımı dışa dönüktür: daha hızlı, daha görünür, daha etkili… Oysa sufiler için güç, iç dirençtir. Çünkü dışarıda olanı değiştirmek kolaydır; insanın kendi içini değiştirmesi asıl kahramanlıktır. Kalbin Terbiyesi ve Hakikî Cesaret Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, “Hakikî cesaret, nefsin isteklerine karşı koyabilmektir” der. Ona göre insanın en büyük mücadelesi dışarıda değil, kendi içinde yaşanır. Çünkü nefis daima kolay olanı, kalp ise doğru olanı ister. Topbaş Hocaefendiye göre kalp, Allah’a yöneldiğinde cesaret de anlam bulur. Zira kalbin gücü, kudretin kaynağına bağlanmasından gelir. İnsan, Rabbine dayandığında korkular küçülür, zorluklar ise birer imtihan olur. Şöyle buyurur: “Kalbini Rabbine bağlayan insan, denizin ortasında bile sahilde gibidir. Çünkü onun sükûneti dış dünyadan değil, iç dünyasından gelir.” Bu söz, modern insanın kaygılı ruhuna bir reçete gibidir. Dış koşullar ne kadar değişirse değişsin, içte kurulan güven bağı bozulmadıkça insan dimdik durabilir. Gerçek cesaret; öfkeye sabırla, korkuya teslimiyetle, belirsizliğe güvenle karşılık verebilmektir. Çünkü kalp Allah’a emanet edilmedikçe, hiçbir güç ona huzur veremez.   Akıl Rehber, Kalp Yolcu  Kalbin cesareti, aklı küçümsemez; onunla dost olur. Akıl harita çizer, ama yola koyulan kalptir. Hakikat arayışı, yalnızca düşünenlerin değil, hissedenlerin de yoludur. Belki de bu çağın en büyük ihtiyacı, kalbinden korkmayan insanlardır. Çünkü hakikate en yakın adım, bilmekle değil,   inanarak yürümekle   atılır.  
Ekleme Tarihi: 09 Ekim 2025 -Perşembe

Kalbin Cesareti: İnanç, Risk ve Güven Arasında

Bir zamanlar bir derviş, çölde tek başına yol alıyordu. Günlerdir su bulamıyor, yönünü de kaybetmişti. Gözleri ufukta bir serap gördü; uzaktan su gibi parlayan bir ışık… Akıl, “gitme, kandırmacadır” diyordu. Fakat kalp, “oraya git” dedi. Derviş, aklın uyarısını değil, kalbin çağrısını dinledi. Işığa doğru yürüdü.

O serabın ardında bir vaha vardı  ve suyu içtiğinde şöyle mırıldandı: “Kalp bazen yanılmaz, çünkü o da hakikatin diliyle konuşur.”

İnsanın hayat yolculuğu da bu dervişinki gibidir. Bazen akıl “tehlike” der, kalp ise “güven” der. Bazen her şeyin bittiğini sanırsın ama içten gelen bir ses “bir adım daha at” diye fısıldar. İşte o adım, kalbin cesaretidir.

Aklın Hesabı, Kalbin İnancı 

Bir karar anında akıl hesap yapar; ihtimalleri tartar, riskleri listeler. Kalp ise bir anda “evet” der. O evet, çoğu zaman mantıksız görünür ama hayatı değiştiren şeydir.

İnsan aklın sınırına gelir, artık hiçbir delil onu ikna etmez; ama yine de inanmayı seçer. Çünkü inanmak, kanıtın değil güvenin eylemidir.

İslam geleneğinde bu sıçrayış “tevekkül” olarak yaşanır. Hz. İbrahim’in ateşe yürüyüşü, aklın değil kalbin cesaretidir. “Ateş yakar” diyen akla karşı, “Allah bana yeter” diyen bir kalp…

İşte kalbin cesareti, yanmayı göze alıp yanmamaktır.

Korkunun Kaynağı: Belirsizlik mi, Güvensizlik mi? 

Bugünün insanı, korkularının çoğunu bilgiyle örtmeye çalışıyor. “Ne kadar bilirsem, o kadar güvende olurum” sanıyor. Oysa en çok bildiğimiz çağda, en çok güvensizliği yaşıyoruz. Çünkü bilgi güven getirmez; sadece kontrol yanılsaması verir.

Gazali, “delil kadar teslimiyet de gerekir” der. Akıl bizi eşiğe getirir ama kapıyı açan kalptir. İnanç, aklın sustuğu yerde başlar. Cesaret de orada doğar.

Modern insanın krizi, bilgi fazlalığından değil, güven eksikliğindendir. Akıl yön bulur ama kalp yola çıkmaya cesaret edemezse, insan hep aynı noktada döner durur.

Kalbin Dilinde Güven 

Kalbin cesareti, güvenle büyür. Güven bir duygudan fazlasıdır; bir varlık halidir. Kur’an, “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur” derken, insanın en temel ihtiyacına işaret eder: bağ kurmak.

Viktor Frankl, toplama kampındaki yıllarından sonra şu cümleyi yazar:

 “İnsandan her şeyi alabilirsiniz, ama bir şeyi asla: Tutumunu seçme özgürlüğünü.”

Bu, aklın değil kalbin direnişidir. Her şey elinden alınmış bir insan, hâlâ inanabiliyorsa  bu, kalbin cesaretidir.

Görünmeyene Adım Atmak 

Hayat, görünmeyene atılan adımlarla ilerler. Mevlânâ, “Akıl yol gösterir ama tek başına yola çıkmaz. Kalp inanırsa dağlar yürür” derken bunu anlatır.

İnanç sadece dinî bir terim değildir; hayatın her alanında var. Bir öğretmen öğrencisine, bir anne evladına, bir insan hayaline inanır. Her inanç bir risktir, ama risk olmadan büyüme de olmaz.

Bir tohum, toprağın karanlığına düşmeden yeşermez. Kalbin cesareti, o karanlığa rağmen filizlenmeyi seçmektir. Çünkü hakikat yolcusu, önce adım atar; yol sonra belirir.

Cesaretin En Sessiz Hâli 

Kalbin cesareti, çoğu zaman sessizdir. Gürültüyle değil, sabırla kendini gösterir.

Bazen bir haksızlığa karşı nezaketi korumak, bazen kaybın içinde şükretmek, bazen de sevilmeden sevmeye devam etmektir cesaret.

Modern çağın “güçlü insan” tanımı dışa dönüktür: daha hızlı, daha görünür, daha etkili…

Oysa sufiler için güç, iç dirençtir. Çünkü dışarıda olanı değiştirmek kolaydır; insanın kendi içini değiştirmesi asıl kahramanlıktır.

Kalbin Terbiyesi ve Hakikî Cesaret

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, “Hakikî cesaret, nefsin isteklerine karşı koyabilmektir” der. Ona göre insanın en büyük mücadelesi dışarıda değil, kendi içinde yaşanır. Çünkü nefis daima kolay olanı, kalp ise doğru olanı ister.

Topbaş Hocaefendiye göre kalp, Allah’a yöneldiğinde cesaret de anlam bulur. Zira kalbin gücü, kudretin kaynağına bağlanmasından gelir. İnsan, Rabbine dayandığında korkular küçülür, zorluklar ise birer imtihan olur.

Şöyle buyurur:

“Kalbini Rabbine bağlayan insan, denizin ortasında bile sahilde gibidir. Çünkü onun sükûneti dış dünyadan değil, iç dünyasından gelir.”

Bu söz, modern insanın kaygılı ruhuna bir reçete gibidir. Dış koşullar ne kadar değişirse değişsin, içte kurulan güven bağı bozulmadıkça insan dimdik durabilir.

Gerçek cesaret; öfkeye sabırla, korkuya teslimiyetle, belirsizliğe güvenle karşılık verebilmektir. Çünkü kalp Allah’a emanet edilmedikçe, hiçbir güç ona huzur veremez.

 

Akıl Rehber, Kalp Yolcu 

Kalbin cesareti, aklı küçümsemez; onunla dost olur. Akıl harita çizer, ama yola koyulan kalptir.

Hakikat arayışı, yalnızca düşünenlerin değil, hissedenlerin de yoludur.

Belki de bu çağın en büyük ihtiyacı, kalbinden korkmayan insanlardır.

Çünkü hakikate en yakın adım, bilmekle değil,   inanarak yürümekle   atılır.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yankigazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.