MEHMET SÖNERCAN
Köşe Yazarı
MEHMET SÖNERCAN
 

Kalbin ve Ruhun Dilini Anlamak

Bir derviş, her sabah aynı ağacın altında otururmuş. Kuşlar cıvıldar, rüzgâr yapraklarla sohbet ederken o, gözlerini kapatır; bazen gülümser, bazen hüzünlenirmiş. Bir gün yanına yolu düşen bir genç gelir ve sorar: “Efendim, her sabah burada tek başınıza ne yapıyorsunuz?” Derviş gülümseyerek cevap verir: “Konuşuyorum.” Genç şaşırır: “Ama kiminle?” Derviş eliyle gökyüzünü, sonra kalbini gösterir: “Duyabilen için her şey konuşur evlâdım; kuşlar, rüzgâr, taş, hatta sessizlik. Yeter ki kalbin dili açık olsun.” Bu cevap, çağımız insanının kaybettiği bir beceriyi anlatır: Kalbin ve ruhun dilini anlama yetisi. Çünkü biz artık sesleri duyuyoruz ama anlamları kaçırıyoruz; konuşuyoruz ama derin bir iç diyalog kuramıyoruz. Kalbimizin dili unutuldu, ruhun fısıltısı gürültüde kayboldu. Kalbin Sessiz Dili Kalp, sadece bir organ değildir; ruhun tercümanıdır. İnsanın iç âleminde akıl hesap yapar, ama kalp hisseder, sezer ve bilir. Mevlânâ’ya göre kalp, “ilhamın indiği mekân”dır. İbn Arabî ise kalbi, “Hakikat’in nazargâhı” olarak tarif eder. Yani kalp, hem bilgi alır hem de o bilgiyi sevgiye dönüştürür. Bir başka sûfî, kalbi “ilâhî mektupların yazıldığı bir defter”e benzetir. Bu defterin sayfaları ancak tevazu ve sükûnetle açılır. Kalbin dili, sessizlikte çözülür; çünkü hakikat sessizliğin kelimesidir. Batı felsefesinde de kalbin dili kavramı farklı biçimlerde karşımıza çıkar. Fransız düşünür Pascal, “Kalbin kendine özgü bir mantığı vardır, aklın bundan haberi yoktur” derken, aslında akılla çözülemeyen ama sezgiyle hissedilen bir bilgi alanına dikkat çeker. Bu, tasavvufta “kalp gözü” dediğimiz şeyin Batı’daki ifadesidir.  Ruhun Dili: Sessizliğin Derininde Bir Nefes Ruhun dili kelimelerle değil, hâllerle konuşur. Bir gülün kokusunu kelimeyle tarif edemezsin; aynı şekilde ruhun konuşmasını da sadece zihinle anlayamazsın. Tasavvufta “hâl ilmi”, “kāl ilminden” (söz ilminden) üstündür. Yani gerçek bilgi, yaşanarak kazanılır. Bu yüzden Yunus Emre der ki: “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir; Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır?” Yunus’un bu sözü, Batı’da Sokrates’in “Kendini bil” çağrısıyla yankılanır. Fakat Yunus’un “bilmek” dediği şey, sadece entelektüel değil, manevî bir farkındalık hâlidir. Modern çağın düşünürlerinden Viktor Frankl da ruhun sesini “anlam” olarak tanımlar. Ona göre insan, acı çektiği anda bile anlam bulabiliyorsa ruh hâlâ canlıdır. Frankl’ın şu sözü, neredeyse Mevlânâ’nın aynası gibidir: “İnsandan her şey alınabilir, ama bir şey alınamaz: hangi tutumla yaşayacağını seçme özgürlüğü.” Bu, kalbin dilini duyan insanın gücüdür  şartlar değil, anlam yön verir. Modern İnsan ve Ruhsal Sağırlık Bugün bilgiye ulaşmak kolay ama hikmetle buluşmak zor. Ekranlar, gürültüler, bildirimler, yarışlar... Hepsi ruhun sesini bastırıyor. Kalpler yorulmuş, zihinler dolmuş, ama ruhlar aç kalmış durumda. Bu çağda birçok insan “ruhsal sağırlık” yaşıyor. Duygularını bile algoritmalara göre ifade ediyor: “mutlu yüz”, “kalp simgesi”, “beğen”. Oysa kalbin dili sembol değil, sessizliktir. Bir anlık sükût, bin kelimeden daha gürültülüdür. Batı psikolojisi buna “mindfulness” adını verdi; tasavvufta bu hal “murakabe” olarak bilinir. İkisi de aynı hakikati anlatır: Anda kal, içini dinle, fark et. Sessizliğin içinde kalp yeniden doğar. İbn Atâullah İskenderî şöyle der: “Kalbin konuşması, dilin susmasıyla başlar.” Ruhun sesi, gürültüde değil, dinginlikte duyulur. Kalp, Ruh ve Akıl: Üç Mertebeli Bilgelik İnsanın içinde üç merkez vardır: akıl, kalp ve ruh. Akıl düşünür, kalp hisseder, ruh bilir. Biri analiz eder, biri anlam verir, biri hakikate bağlar. Batı’da bu üçlü, Descartes’ın “düşünüyorum, öyleyse varım” sözüyle tek boyuta indirildi. Oysa Mevlânâ, “Seviyorum, öyleyse varım” der gibidir. İnsan sadece düşünen değil, hisseden ve inanandır. Tasavvufî düşünceye göre akıl bir haritadır ama yönü kalp belirler. Kalp bir aynadır ama yansıması ruhla tamamlanır. Bu üçlü dengede huzur vardır. Aklın ışıması kalpten, kalbin aydınlanması ruhtan gelir. Kalbini Sessizliğe Ayarla Genç kardeşim, Kalbini sadece hızla atan bir organ değil, bir anten gibi düşün. O anten doğru yöne dönükse, ruhun sesini duyar. Ama sürekli dışa dönükse, yalnızca gürültü duyar. Her gün birkaç dakikanı sessizliğe ayır. Telefonu kapat, zihnini sustur, sadece kalbine sor: “Bugün ne hissediyorum? Neye ihtiyacım var?” Cevabı sözle değil, hisle alacaksın. Çünkü ruh, kelimelerle değil, sezgiyle konuşur. Unutma, kalbin dili öğretilemez; sadece hatırlanır. Sen o dili zaten biliyorsun, sadece üstü örtülü. Biraz sessizlik, biraz dua, biraz içe dönüş yeter. Kalbin ve ruhun dili, öğrenilmez hatırlanır. Çünkü o dil hep içimizdedir. Biz unuttukça susar, hatırladıkça konuşur. Ve insan, o dili yeniden öğrendiğinde hayatın sıradanlığı bile bir vahye dönüşür. “Kalp, Allah’ın insanla konuştuğu yerdir. Ruh ise o sesi anlayan tercümandır.” Pascal, Kierkegaard, Jung ve Frankl’ın ortak noktası, insanın yalnızca akılla değil, içsel sezgiyle anlam bulduğunu savunmalarıdır. Bu düşünce hattı, günümüzde “transpersonal psikoloji” veya “varoluşçu maneviyat” alanında yeniden değerlendirilmektedir. Tasavvuf kalbi “Hakikat’in aynası”, ruhu ise “ilahi nefesin taşıyıcısı” olarak görür. Kalbin dili ilhamla, ruhun dili teslimiyetle anlaşılır. Biri duyar, diğeri teslim olur.  “Allah’ım, kalbimin sesini duyabilmeyi, ruhumun dilini anlayabilmeyi nasip et. Zihnimin gürültüsünü azalt, kalbimin sessizliğini büyüt.” Amin.
Ekleme Tarihi: 13 Ekim 2025 -Pazartesi

Kalbin ve Ruhun Dilini Anlamak

Bir derviş, her sabah aynı ağacın altında otururmuş.
Kuşlar cıvıldar, rüzgâr yapraklarla sohbet ederken o, gözlerini kapatır; bazen gülümser, bazen hüzünlenirmiş.

Bir gün yanına yolu düşen bir genç gelir ve sorar:
“Efendim, her sabah burada tek başınıza ne yapıyorsunuz?”

Derviş gülümseyerek cevap verir:
“Konuşuyorum.”
Genç şaşırır: “Ama kiminle?”
Derviş eliyle gökyüzünü, sonra kalbini gösterir:
“Duyabilen için her şey konuşur evlâdım; kuşlar, rüzgâr, taş, hatta sessizlik. Yeter ki kalbin dili açık olsun.”

Bu cevap, çağımız insanının kaybettiği bir beceriyi anlatır:
Kalbin ve ruhun dilini anlama yetisi.
Çünkü biz artık sesleri duyuyoruz ama anlamları kaçırıyoruz;
konuşuyoruz ama derin bir iç diyalog kuramıyoruz.
Kalbimizin dili unutuldu, ruhun fısıltısı gürültüde kayboldu.

Kalbin Sessiz Dili

Kalp, sadece bir organ değildir; ruhun tercümanıdır.
İnsanın iç âleminde akıl hesap yapar, ama kalp hisseder, sezer ve bilir.

Mevlânâ’ya göre kalp, “ilhamın indiği mekân”dır.
İbn Arabî ise kalbi, “Hakikat’in nazargâhı” olarak tarif eder.
Yani kalp, hem bilgi alır hem de o bilgiyi sevgiye dönüştürür.

Bir başka sûfî, kalbi “ilâhî mektupların yazıldığı bir defter”e benzetir.
Bu defterin sayfaları ancak tevazu ve sükûnetle açılır.
Kalbin dili, sessizlikte çözülür; çünkü hakikat sessizliğin kelimesidir.

Batı felsefesinde de kalbin dili kavramı farklı biçimlerde karşımıza çıkar.
Fransız düşünür Pascal, “Kalbin kendine özgü bir mantığı vardır, aklın bundan haberi yoktur” derken,
aslında akılla çözülemeyen ama sezgiyle hissedilen bir bilgi alanına dikkat çeker.
Bu, tasavvufta “kalp gözü” dediğimiz şeyin Batı’daki ifadesidir.

 Ruhun Dili: Sessizliğin Derininde Bir Nefes

Ruhun dili kelimelerle değil, hâllerle konuşur.
Bir gülün kokusunu kelimeyle tarif edemezsin;
aynı şekilde ruhun konuşmasını da sadece zihinle anlayamazsın.

Tasavvufta “hâl ilmi”, “kāl ilminden” (söz ilminden) üstündür.
Yani gerçek bilgi, yaşanarak kazanılır.
Bu yüzden Yunus Emre der ki:

“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir;
Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır?”

Yunus’un bu sözü, Batı’da Sokrates’in “Kendini bil” çağrısıyla yankılanır.
Fakat Yunus’un “bilmek” dediği şey, sadece entelektüel değil, manevî bir farkındalık hâlidir.

Modern çağın düşünürlerinden Viktor Frankl da ruhun sesini “anlam” olarak tanımlar.
Ona göre insan, acı çektiği anda bile anlam bulabiliyorsa ruh hâlâ canlıdır.
Frankl’ın şu sözü, neredeyse Mevlânâ’nın aynası gibidir:

“İnsandan her şey alınabilir, ama bir şey alınamaz: hangi tutumla yaşayacağını seçme özgürlüğü.”
Bu, kalbin dilini duyan insanın gücüdür  şartlar değil, anlam yön verir.

Modern İnsan ve Ruhsal Sağırlık

Bugün bilgiye ulaşmak kolay ama hikmetle buluşmak zor.
Ekranlar, gürültüler, bildirimler, yarışlar...
Hepsi ruhun sesini bastırıyor.
Kalpler yorulmuş, zihinler dolmuş, ama ruhlar aç kalmış durumda.

Bu çağda birçok insan “ruhsal sağırlık” yaşıyor.
Duygularını bile algoritmalara göre ifade ediyor: “mutlu yüz”, “kalp simgesi”, “beğen”.
Oysa kalbin dili sembol değil, sessizliktir.
Bir anlık sükût, bin kelimeden daha gürültülüdür.

Batı psikolojisi buna “mindfulness” adını verdi;
tasavvufta bu hal “murakabe” olarak bilinir.
İkisi de aynı hakikati anlatır:
Anda kal, içini dinle, fark et.

Sessizliğin içinde kalp yeniden doğar.
İbn Atâullah İskenderî şöyle der:

“Kalbin konuşması, dilin susmasıyla başlar.”
Ruhun sesi, gürültüde değil, dinginlikte duyulur.

Kalp, Ruh ve Akıl: Üç Mertebeli Bilgelik

İnsanın içinde üç merkez vardır: akıl, kalp ve ruh.
Akıl düşünür, kalp hisseder, ruh bilir.
Biri analiz eder, biri anlam verir, biri hakikate bağlar.

Batı’da bu üçlü, Descartes’ın “düşünüyorum, öyleyse varım” sözüyle tek boyuta indirildi.
Oysa Mevlânâ, “Seviyorum, öyleyse varım” der gibidir.
İnsan sadece düşünen değil, hisseden ve inanandır.

Tasavvufî düşünceye göre akıl bir haritadır ama yönü kalp belirler.
Kalp bir aynadır ama yansıması ruhla tamamlanır.
Bu üçlü dengede huzur vardır.
Aklın ışıması kalpten, kalbin aydınlanması ruhtan gelir.

Kalbini Sessizliğe Ayarla

Genç kardeşim,
Kalbini sadece hızla atan bir organ değil, bir anten gibi düşün.
O anten doğru yöne dönükse, ruhun sesini duyar.
Ama sürekli dışa dönükse, yalnızca gürültü duyar.

Her gün birkaç dakikanı sessizliğe ayır.
Telefonu kapat, zihnini sustur, sadece kalbine sor:
“Bugün ne hissediyorum? Neye ihtiyacım var?”
Cevabı sözle değil, hisle alacaksın.
Çünkü ruh, kelimelerle değil, sezgiyle konuşur.

Unutma, kalbin dili öğretilemez; sadece hatırlanır.
Sen o dili zaten biliyorsun, sadece üstü örtülü.
Biraz sessizlik, biraz dua, biraz içe dönüş yeter.

Kalbin ve ruhun dili, öğrenilmez hatırlanır.
Çünkü o dil hep içimizdedir.
Biz unuttukça susar, hatırladıkça konuşur.
Ve insan, o dili yeniden öğrendiğinde hayatın sıradanlığı bile bir vahye dönüşür.

“Kalp, Allah’ın insanla konuştuğu yerdir.
Ruh ise o sesi anlayan tercümandır.”

Pascal, Kierkegaard, Jung ve Frankl’ın ortak noktası, insanın yalnızca akılla değil, içsel sezgiyle anlam bulduğunu savunmalarıdır.

Bu düşünce hattı, günümüzde “transpersonal psikoloji” veya “varoluşçu maneviyat” alanında yeniden değerlendirilmektedir.

Tasavvuf kalbi “Hakikat’in aynası”, ruhu ise “ilahi nefesin taşıyıcısı” olarak görür.
Kalbin dili ilhamla, ruhun dili teslimiyetle anlaşılır.
Biri duyar, diğeri teslim olur.

 “Allah’ım, kalbimin sesini duyabilmeyi, ruhumun dilini anlayabilmeyi nasip et.
Zihnimin gürültüsünü azalt, kalbimin sessizliğini büyüt.” Amin.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yankigazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.