Modern insan evrene bakıyor ama anlamını göremiyor. Güneşin doğuşunu seyrediyor fakat hikmetini sezemiyor. Ağaçlara , denizlere , canlılara hayran kalıyor ama "Bu muazzam tablo kimin eseri" diye sormuyor. Oysa kâinat, dev bir ağaç gibi önümüzde duruyor. Yaprak yaprak, çiçek çiçek konuşuyor ....
Kâinat muazzam bir düzen içinde yaratılmıştır; atomlardan galaksilere kadar her şey, kusursuz bir ölçü ve matematiksel bir dengeyle var olur. Bu mükemmel nizam, tesadüfün değil, sonsuz bir kudretin ve bilinçli bir iradenin eseri olduğunu haykırır. Fakat modern insan, teknolojinin büyüsüne kapılıp bu ilahî ahengi görmez hâle gelmiştir. Oysa kâinat, her zerresiyle Allah’ın kudretiyle var edilen; temeli kudret, gövdesi hikmet, dalları unsurlar olan muazzam bir ağaç gibidir. Bitkiler bu ağacın hayat veren yaprakları, hayvanlar ise ona güzellik ve canlılık katan çiçeklerdir. Fakat hiçbir ağaç çiçek için değil, meyve için yetiştirilir. Bu sebeple insan, kâinat ağacının en değerli meyvesi olarak yaratılmıştır. Çünkü düşünebilen, anlam arayabilen, sorumluluk taşıyabilen tek varlıktır. Ve her ağacın en olgun, en kıymetli meyvesi olduğu gibi, varlık ağacının da en yüce semeresi vardır: Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v). O, sadece bir beşer değil; yaratılışın gayesini temsil eden, varlığın en parlak anlamı olan bir rehberdir.
Ne var ki insanlık bugün bu hakikati unuttuğu için varoluş sancısı çekiyor. Sadece maddeyi gören, manayı inkâr eden zihniyet; kökleriyle bağını koparan kurumuş bir dal gibi insanı içten içe çürütüyor. Oysa kâinata dikkatle bakan biri, her varlığın bir vazifeyle yaratıldığını, her canlının ilahî bir nizama hizmet ettiğini fark eder. Bu fark ediş insana hem kendi değerini hem de sorumluluğunu hatırlatır. Çünkü insan, tesadüflerin oyuncağı değil; ilahî bir maksadın merkezidir. Bu maksadın en berrak tecellisi ise Peygamber Efendimiz’de (s.a.v) zirveye ulaşır. O, varlık ağacının en olgun meyvesidir; bütün peygamberlerin imamı, takva sahiplerinin rehberi, rahmetin en kâmil tezahürü, kâinatın yaratılış gayesinin canlı bir temsilidir. Onu anlamak, kâinatı anlamaktır. Onu sevmek, hakikati sevmektir. Onu takip etmek ise, varoluş sırrına açılan kapıyı aralamaktır.
Tam da bu hakikati anlatmak için, kâinatı bir ağaca benzeten büyük bir teşbih bize derin bir ufuk açar;
"Kâinat bir şeceredir. Anasır onun dallarıdır. Nebatat yapraklarıdır. Hayvanat onun çiçekleridir. İnsanlar onun semereleridir. Bu semerelerden en ziyadar, nurlu, ahsen, ekrem, eşref, eltaf Seyyidü'l-Enbiya Ve'l-Mürselîn, İmamü'l-Müttakin, Habib-i Rabbü'l-Âlemîn Hazret-i Muhammed'dir."
(Mesnevi-i Nuriye)
Bu söz, kâinatın büyük bir ağaç gibi tasavvur edildiği derin bir teşbihtir. Nasıl ki bir ağaç kökleriyle toprağa dayanır, gövdesiyle yükselir, dallarıyla yayılır, yapraklarıyla canlılık kazanır, çiçekleriyle güzelleşir ve en sonunda meyve vererek maksadına ulaşır; kâinat da aynı şekilde katman katman bir düzen ve hikmet içinde yaratılmıştır. Bu sırra göre, unsurlar (toprak, su, hava, ateş) ağacın dalları gibi kâinatın temel yapılarını oluşturur. Nebatat yani bitkiler, yapraklar misali yeryüzünü örter ve hayata zemin hazırlar. Hayvanlar ise çiçekler gibidir; çeşit çeşit, renk renk, canlılık ve hareket katarlar. Fakat ağacın asıl gayesi çiçek değildir; meyvedir. Bu yüzden insanlar, bu kâinat ağacının meyveleri olarak yaratılmıştır. Çünkü akıl, irade ve sorumlulukla donatılan insan, varlığın anlamını kavrayabilecek tek varlıktır. Ancak meyveler içinde de en olgun, en nurlu, en değerli, en güzel ve en şerefli olanı vardır ki o da bütün insanlığın zirvesi, yaratılış ağacının en mükemmel meyvesi olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’dir (s.a.v). O, sadece bir insan değil; kâinatın yaratılış gayesinin temsilcisi, bütün peygamberlerin imamı, takva sahiplerinin rehberi, âlemlerin Rabbi tarafından en çok sevilen kuldur. Bu cümle, hem kâinatın düzen ve hikmetle yaratıldığını, hem insanın bu düzen içinde özel bir yere sahip olduğunu, hem de Hz. Muhammed’in (s.a.v) bütün varlık içindeki en yüce mertebede bulunduğunu veciz bir şekilde ifade etmektedir.
Öyleyse bize düşen, bu kâinat ağacının köklerinden kopup kuruyan bir dal olmak değil; hakikati görüp en değerli meyveye, Hz. Muhammed’e (s.a.v) tutunarak varoluş sırrına ulaşmaktır.