Modern çağın insanı yorgun. Akıl, hızla dönen bir çark gibi sürekli üretiyor, planlıyor ve maddiyata odaklanıyor. Başarı, kariyer, daha fazla sahip olma arzusu… Tüm bu koşuşturma içinde ruhumuzun derinlerdeki sesi, yani kalp, çoğu zaman sessizliğe itiliyor.
Oysa büyük mütefekkir ve gönül adamı Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin sohbetlerinde defalarca işaret ettiği hakikat şudur:
Huzur, akıl ve kalbin ahenkli birlikteliğinde gizlidir.
Hocaefendi, kâinatın en küçük atomundan en büyük galaksisine kadar her şeyin kusursuz bir denge ve ölçü (mizan) üzerine kurulduğunu hatırlatır. Şairin şu sözleri ne güzeldir:
“Gökleri yedi kat üzerine yaratan O’dur. Rahmân’ın bu yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın…”
Bu ilahi nizam, insanın iç dünyasına da yansımalıdır. Bizim içimizdeki kâinat, akıl ve kalptir. Bunlardan biri diğerine baskın gelirse, insanın o narin iç dengesi sarsılır; hem bu dünya hem de ahiret yolculuğu tehlikeye girer.
Aklın ve Kalbin İhtirasları
Topbaş Hocaefendi, akıl ve kalbin eğilimlerini veciz ifadelerle ortaya koyar:
- Akıl: Çoğu zaman bencillik ve gurur peşindedir. Sonuca ulaşmak için yolu göz ardı edebilir. Tek başına kaldığında insanı, “Nasıl daha çok kazanırım?” sorusunun bitmeyen labirentine hapseder.
- Gönül (Kalp): Fıtraten fedakârlık, nezaket ve tevazu ister. Samimiyet ve ruhaniyet arar. Kalp bir okyanustur; akıl ise o okyanustan beslenen bir damladır.
Eğer direksiyonda oturan akıl, rehberliğini kalpten almazsa, gemi rotasını şaşırır. Akıl sadece kuru mantık ve hesapla ilerlediğinde insanî değerler aşınır. Kalbin sessiz bırakılması, insanın kendi fıtratına sırt çevirmesidir.
Peki bu denge nasıl kurulur?
Hocaefendi’nin cevabı nettir: Edep ve iman.
Batıdan Bir Yankı: Pascal’ın Kalbi
Bu hakikat yalnızca İslâm irfanına mahsus değildir. Batı düşüncesi de akıl–kalp dengesini aramıştır. 17. yüzyılın büyük ismi Blaise Pascal şöyle der:
“Kalbin, aklın bilmediği kendine ait nedenleri vardır.”
Pascal’ın kalp dediği; duygusallık değil, sezgi, iman ve ahlaki idrak gücüdür. Matematiksel zeka yetmediğinde, gönlün irfanı devreye girer.
Tıpkı Hocaefendi’nin vurguladığı gibi:
Aklın istikametini tayin eden güç, vahiy ve edep ile terbiye edilmiş kalptir.
Bu, Doğu’nun irfanıyla Batı’nın tefekkürünün buluştuğu ortak bir hakikattir.
Usta Marangozun Hikâyesi: Edebin Hikmeti
Bu hakikat, Hocaefendi’nin sohbetlerinde hikâyelerle hayat bulur.
Bir zamanlar ahşap işçiliğiyle meşhur bir usta marangoz varmış. İki oğlu varmış:
- Büyüğü Hüsam (Akıl): Hesap ustası, milimetrik ölçülerde mahir.
- Küçüğü Gönül (Kalp): Ahşabın ruhunu hisseden, işine niyet ve edep katan.
Baba, bir gün kıymetli bir sandık yapmaya karar vermiş. Hüsam en modern aletlerle işe girişmiş; hesaplar doğru, ölçüler eksiksiz fakat sandık bir türlü birleşmiyormuş.
Gönül gelmiş, eski bir rendeyle görünmeyecek kadar ince bir köşeyi yontmuş. Sandık “tık” diye oturmuş.
Gönül, abisine şöyle demiş:
“Abi, aklın binlerce doğrusu var. Ama ‘yanılma payı’ dediğimiz o küçük edep payını unuttun. Hayatta mutlak kusursuzluk yoktur. Edep, tevazu ve kalp inceliği olmadan en doğru hesap bile eksik kalır. Benim rendelediğim yer, ‘Ben de hata yapabilirim’ demenin yeridir.”
İşte bu, akılla kalbin birleşmesinin sembolüdür.
Kalbi Vahiy ile Buluşturmak
Bu hikâyeden çıkan ders açıktır:
Aklın ışığı, kalbin edebi ve vahyin terbiyesiyle tamamlanır.
Kalbin en büyük terbiyecisi vahiydir; yani Kur’an ve Sünnet. Kalp ilahi emirlere teslim olduğunda, aklı doğru yola sevk eden rehbere dönüşür. O zaman akıl yalnızca dünya menfaatini değil, Allah’ın rızasını da gözetir.
Akıl ve Kalbin Dansı: İnsan-ı Kâmil
Bu dengeden doğan ideal insan, tasavvuf lisanında İnsan-ı Kâmildir.
O, yalnızca aklının ışığıyla değil, kalbinin nuruyla da yürür.
Bugür dünya teknolojiyle donanmış, bilgiyle güçlenmiş olsa da huzursuzdur. Çünkü kalbin boşluğu büyüdü. Gelecek kaygısı, hırs ve yalnızlık duygusu arttı.
Akıl ve kalp dengesini kuramayan medeniyet, önce insanını sonra değerlerini kaybeder.
Çağrımız ve Teklifimiz
Topbaş Hocaefendi bu denge için üç temel yol gösterir:
- İlim ve Tefekkür: Sadece dünya değil, ahiret bilinciyle ilim.
- Zikir ve Tevekkül: Kalbi diri tutmak, Rabbine dayanmak.
- Hizmet ve Fedakârlık: “Ben”i küçültüp “biz”i büyütmek, insanlığa hizmet etmek.
Değerli okuyucu, hepimiz o usta marangozun oğulları gibiyiz.
Hayat denilen bu büyük eserimizi inşa ederken:
Sadece Hüsam’ın kuru hesabına mı güveneceğiz?
Yoksa Gönül’ün edep, tevazu ve iman inceliğini de katacak mıyız?
Unutmayalım:
Aklın ve kalbin huzurlu dansı, iki kapılı dünya sarayının sırrını aralar.
Bu sır, teslimiyet ve tevekkülün ışığında,
aklın en keskin mantığını kalbin en derin sevgisiyle birleştirmektir.
Vesselâm.